Önce, CHP diktasının kırdığı kalem hakkında birkaç kelam edelim:
“Trafik terörü can almaya devam ediyor” diye haber dilinde bir kullanım var. Aynı onun gibi CHP diktası da kalem kırmaya, sesleri kısmaya devam ediyor.
Kasım ayında Mustafa Armağan’ın Malatya Yeşilyurt’ta yapacağı söyleşi CHP vekili Veli Ağbaba tarafından provoke edilmişti. Söyleşi öncesi öyle kaotik bir hava oluştu, öyle tehditler savruldu ki, yönetim Armağan’ın konferansını iptal etmek zorunda kaldı.
AK Parti’nin idaresindeki yerlerde bile muhalif seslere tahammül edemeyen ve susturmak için her türlü provokasyonu yapabilen CHP diktası, kendi borusunun öttüğü yerlerde muhalif sesleri barındırır mı?
Barındırmaz. Barındırmayacağını gösteriyor. Daha önce Çiğdem Toker, Sinan Meydan gibi isimler gazeteden kovulmuştu. Şimdi de Yılmaz Özdil sözcüdeki köşesini bırakmak zorunda kaldı. “Uğruna mücadele ettiği insanlar tarafından taşlanmayı göze alarak” yazdığını söyleyen Özdil’e 6’lı Masa hakkında yaptığı birkaç eleştiri sonrasında kapıyı gösterdiler.
Oysa aynı Özdil yıllardır, hemen her gün AK Partiyi yerden yere vurdu yazılarıyla. Seçmeniyle alay etti. Fakat kaleminin kırılması, CHP’'nin erken başlayan iktidar sarhoşluğunda oldu.
Geçenlerde Özdil’in köşe komşusu Uğur Dündar şöyle söylemişti: Kendine güvenen iktidar yasakçı olmaz. Bu baskıcı rejimlerin başvurduğu bir yöntemdir.”
Dündar’a sormak lazım: “Muhalefetin yasakçılığı özgüvensizlikten gelmiyor mu?”
Söz konusu iktidar olduğunda yukarıdaki gibi lakırdıları etmek kolay.
Aynı özgürlük sloganlarını acaba CHP’yi hedef alarak atabilecek misin Uğur Dündar?
Meral Akşener paylaştığı mesajda: “Dürüstlüğün, tarafsızlığın ve hakkaniyetin değeri elbet bir gün anlaşılır” demiş.
Pardon da, hani bunların değerini anlayacak olanlar 6’lı Masa olarak sizlerdiniz Meral Hanım?
Muharrem İnce’de benzer cümlelerle geçiştirmiş vukuatı.
Bence basın özgürlüğü konusunda en doğru sözleri, her zamanki sağduyusuyla (16.04. 2020’de) yine Kılıçdaroğlu söylemiş!
“Halkın haber alma hürriyetini savunan gazetecileri asla susturamayacaksınız. Hangi baskıyı kurarsanız kurun bu ülkeye, demokrasiyi ve özgürlüğü getireceğiz."
Bence “getirmeye” başladı bile…
Cemaatler Özrü Kabul Eder mi?
Türkiye’de cemaat düşmanı büyük bir kesim var. Bu kesim her fırsatta, bazen fırsata da gerek duymadan cemaatlere en ağır hakaretleri ediyor.
Yetmiyor buldukları ilk fırsatta kapılarına kilit vuracaklarını söylüyorlar. Cemaatlerin kapatılabilen bir şey olmadığını hala anlayamadılar. Çünkü Türkiye gerçeğine yabancılar. Hatta düşmanlar.
On yıllardır hakarete uğrayan, şeytanlaştırılan cemaatler deprem nedeniyle gerçek işlevleriyle sahneye çıktılar.
Hem de ne çıkmak! Gotham şehrinde işler karıştığında Batman nasıl bir ihtişamla sahneye çıkıyorsa, aynen öyle…
Büyük olanlarını biliyorduk. Fakat adını bugüne kadar adını hiç duymadığımız dernek varmış meğer. Bu derneklerin hemen hepsi de sekülerlerin “cemaat” diye bahsettikleri sosyolojiden türeyen yapılar.
Peki ne yaptı bu dernekler?
Depremin ilk anında, daha hiç kimse sahaya inmemişken, devletten bile önce arama kurtarmaya başladılar. Çünkü onlara küfreden sekülerler barlarda kafa yaparken onlar dünyanın en iyi ekiplerinden arma kurtarma eğitimi alıyorlardı. Bir sürü adam yetiştirdiler. Yani hazırlıklıydılar.
O yüzden depremin ilk anında bölgeye intikal ettiler. Hiç asparagas meselelere bulaşmadan bir dünya insanımızı çıkardılar enkaz altından.
Sağ kalanlara günde üç öğün yemek verdiler. Çıplak olanları giydirdiler. Yaralıları tedavi ettiler. Çocukları sevindirdiler.
Gidenler görenler olmuştur, koli kutularından, ücretsiz mini marketler yaptılar yol üstlerinde. İhtiyacı olan çocuğunun mamasını, sütünü hatta çikolatasını, bisküvisini alıp gitti.
Sonra yurt binalarını açtılar depremzedelere. Kurslarını açtılar. Evlerini açtılar. Tesislerini açtılar.
Depremzedelere canı gönülden sahip çıkılması gerekiyordu, bunu da büyük bir başarıyla cemaat diyerek “kapatmakla” tehdit ettiğiniz dernekler yaptı!
Şimdi çıkıp BirGün gazetesi gibi PKK sempatizanı tetikçiler, Muharrem İnce gibi Kemalist gericiler, Barış Atay gibi militanlar ve benzerleri hala inanılmaz bir kinle cemaatlere saldırıyorlar.
Bence azıcık dürüst olan, azıcık namuslu olan, azıcık insafa sahip olan biri, bu ülke insanına cansiperane hizmet eden cemaatlerin hayat kurtaran rolünü görür ve takdir eder.
Biri gelip ananı, babanı, çocuğunu ya da seni enkaz altından çıkarıyorsa, sırtına bir kazak ayağına bir bot veriyorsa, günde üç öğün çoluk çocuğunu doyuruyorsa, karşılık beklemeden sana evini, barkını açıyorsa böyle bir kişiye ancak ve ancak teşekkür edersin.
Bakın biz hem AHBAP’a, hem Gayri Müslim vakıflara, hem yabancı arama kurtarma ekiplerine teşekkür ettik.
Ama sen teşekkür etmez, üstüne hakaret etmeye devam edersen, insan haysiyetiyle, insan onuruyla hiçbir bağının olmadığını ispat etmiş olursun!
Bu yüzden Tarkan, Şahan, Muharrem İnce, Özgür Özel ve en az onlar kadar cemaat hıncıyla dolu seküler çevrenin forvetleri cemaatlere özür borçlular.
Küfrederken kullandıkları sosyal medyadan, “ biz evhamlarımızın kurbanı olarak, sizin hayati öneminizi anlayamamış ve sizi karalamışız. Söylediklerimizden dolayı pişmanız, lütfen bizi bağışlayın” demeliler.
Ha, cemaatler o kadar küfür ve hakaretten sonra bu özrü kabul eder mi, orasını bilmiyorum!
Ama siz yine de deneyin.