Ali Osman AYDIN

Ali Osman AYDIN

Bir kimlik krizi türü: Batı’ya hayranlık, Doğu’ya öfke

Bir kimlik krizi türü: Batı’ya hayranlık, Doğu’ya öfke

Geçen gün bir videoya denk geldim. Avrupa’ya göç eden ve bunu “gururla” anlatan gençlerimizden biriydi videodaki. Almanya’daymış. Yeni evlenmiş. Araba alacakmış ve “Türklerle Araplardan” araba alınmaz diye onların ilanlarına bakmamış bile. Bak bak bak! Aracına baktığı Alman ise arabanın nesi var nesi yoksa hepsini söylemiş… Hatta “Sen yeni evlisin, bu arabayı alma” bile demiş.

Beklenen genellemeler art arda gelmiş tabii: “Türkler ahlaksız, Almanlar ahlaklı… Bunlar mı Müslüman, yoksa bizimkiler mi?”

Bu noktada, kendisini “bunlar” ve “bizimkiler” arasında nereye koyduğu belli olmayan insanlar, İsmet Özel’in dediği gibi, “her an ihanet edebilecek” türde insanlar gibi görünüyorlar bana. Çünkü nerede, neden durdukları belli değil. Ya kendilerini “bunlar” dedikleri Batılılardan aşağı, “bizimkiler” dedikleri Müslümanlardan yukarı görüyorlar… Ya da kendilerini Batılılara, Müslümanlardan daha yakın hissediyorlar.

Fakat burada ilginç bir çelişki var: Batılılarda bir iyilik gördüklerinde bunu ölçüsüz bir hayranlıkla yüceltirken Müslümanlarda bir kötülük gördüklerinde bunu hızla genelleştiriyorlar. Hâlbuki Batı’da da üçkâğıtçı, ahlaksız insanlar yok mu? Batı’da da insani değerlerden yoksun kişiler yok mu? Batı’da bir dolandırıcıyla karşılaştıklarında “kahrolsun Batılılar” demek akıllarına gelmiyor ama Doğu’da küçük bir olumsuzluk gördüklerinde tüm bir toplumu suçlayarak mahkûm edebiliyorlar. İşte bu noktada meselenin sadece kişisel tecrübelerden kaynaklanmadığı, daha derin bir psikolojik ve sosyolojik arka planı olduğu net bir şekilde ortaya çıkıyor.

Bir süre önce tanıştığımız biri, izlediği bir belgeselden yola çıkarak Norveç şehirlerinin güvenliğini iştahla övüyordu. Efendim, kavga-gürültü yokmuş, insanlar kapılarını kilitlemeden uyuyorlarmış. Çok sakin olduğu için gram stres yokmuş.

Dedim ki:

“Bunların hepsi pek çok Anadolu şehrinde de var. Küçük şehirlerde insanlar pazar tezgâhlarını caddede bırakıp evlerine giderler. (Mesela benim memleketim Bayburt) Ertesi gün bıraktıkları gibi de bulurlar. Kapılarını kilitlemezler. Trafik yoktur. Asayiş olayları neredeyse hiç olmaz. Üstelik bizimkiler sadece saygılı değil, aynı zamanda samimi ve cömerttir de.”

Arkadaş şaşırdı. Hâlbuki şaşırmaya gerek yoktu. Anadolu’nun çoğu şehrinde bu tür güven ortamı hiç de nadir görülen bir şey değildir. Fakat bazılarımız, olumlu yönlerimizi dikkate almayacak kadar yoğun bir öz-benlik nefretiyle dolu!

Bu meselenin arkasında kimlik karmaşası yatıyor. Batı merkezli oryantalist söylemlerin de etkisiyle, kendilerini ait hissetmek istedikleri topluma yaklaşabilmek için geldikleri yeri küçümsemek zorunda hissediyorlar.

Bir de bu gibi kişilerde, kendilerini düşük ve aşağı olarak konumlandırdıkları Müslümanlarla aynı karede yer almama isteği oluyor. Yani, kendilerini sorgulayan, akılcı, eleştirel düşünen biri olarak konumlandırırken, diğerlerinden farklarını öne çıkarmak için Müslümanları tahkir etmeyi bir kimlik inşası aracı olarak kullanıyorlar.

***

Geçenlerde bir fuar organizasyonu yapmak için Anadolu’daydım. Bir öğretmene, satış yapması için stant verdik. Öğretmen, yanındaki stantın boş olduğunu görünce oradaki masayı kendi stantına almak istedi.

“Olmaz” dedim. Ama ısrar etti, yalvar yakar oldu, illa almak istedi masayı. “Hocam” dedim, “Oranın da sahibi gelecek, adam masasını soracak, ben adama ne söyleyeceğim?”

“Ya bir şey olmaz Osman Bey, o da gider başka yerden bulur” diye geçiştirmeye çalıştı durumu. İzin vermedim tabii. Ama az sonra onu izinsiz almaya çalışırken yakaladım. Masayı geri bıraktırdım.

Aynı gün, yine aynı öğretmenin bulunduğu kalabalık bir ortamda sohbet ederken, bu öğretmen arkadaş aşağılayan bir dille, “Bu memlekette kimse işini düzgün yapmıyor, vaziyetin böyle olması çok normal!” dedi.

Gülümseyerek:

“Hocam, kusura bakma, komşunun masasını senin elinden zor aldık bugün. Sen mi düzgün yapılmayan işlerden şikâyet ediyorsun?”

Bu olay, aslında tam da anlatmak istediğim noktayı örneklendiriyor. İnsanlar, kendi küçük çıkarları için kuralları alabildiğine esnetirken, iş toplumsal eleştiriye gelince en sert sözleri söyleyebiliyorlar. Kendi davranışlarımızı hiç sorgulamadan sadece başkalarını hatta tüm toplumu ve kurumları suçlamak, aşağılamak, samimi bir eleştiri değil, bir kaçış mekanizmasıdır bence.

***

Sonuç olarak, bütün bir toplumu ahlaksız ilan etmek, bir arabanın kusurunu gizlemekle kıyaslanamayacak kadar büyük bir ahlaksızlıktır. Müslümanları (ya da Doğu’yu) sırf kendimizi ayrıştırmak için olumsuzlamak biz de sosyal medya etkisiyle çok yaygın yapılan bir yanlış. Toplumları eleştirirken, bu eleştirinin ne kadar adil, ön yargılardan uzak ve ne kadar genelleştirilmiş olduğunu sorgulamak gerekir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ali Osman AYDIN Arşivi