Abdurrahman DİLİPAK

Abdurrahman DİLİPAK

'Devlet’in derin aklı, ya da!

'Devlet’in derin aklı, ya da!

Devlet’in “Derin aklı” mı ya da “Derin devlet”in aklı mı? Nereden bakarsanız bakın, bu “Şeytani bir aklın ürünü” olan bir durumu ifade eder.

Önce devlet ve hükûmet aynı şey değil, bunu görelim. Devlet, belli bir toprakta yaşayan bir halkın, dini, mezhebi, etnik, ideolojik, politik, vicdani kanaat farklılıklarına rağmen barış içinde bir arada yaşama iradesini beyan eden bir sözleşme ile kurulur. Devlet organize bir şeydir. O kutsal bir anlam, değer ifade etmez. Devletin yönetimi, 3’e bölünmüştür. Bu bölme işlemi, servet, silah ve iktidar gücünün tek elde toplanıp, bu güce halka, ya da halkın bir kesimine karşı kullanmasını önlemek içindir. Devlet 3 parçadan oluşur: Bunlar Yasama, yürütme, yargı diye tanımlanır. Yasama Meclisi, Yürütme siyasi kadrolar ve bürokrasiyi, yargı ise adaleti temsil eder. Meclisin yasa yapma ve denetim yetkisi vardır. Yürütme kendi için polis ve istihbarat gücünü, askeri gücü, Hazineyi, Maarifi yönetir. Yürütmenin gücünü dengelemek için STK’lar, Basın, Meslek örgütleri ve sendikalara pozitif ayırımcılık getirilmiş, Sayıştay gibi yargı içinde rutin denetim mekanizmaları oluşturulmuştur.

Devlet kutsanmaz. Devleti yönetenlerin “cam ev”de oturması, şeffaf olması istenir. Ayrıca Yerel yönetimler için belli ölçülerde özerklik şartı da getirilmiştir. Yöneticilerin Yasama ve yargıyı baskılamaları durumunda “Self determination” kuralı getirilmiştir.

Kur’an bize “Raina demeyin Unzurna deyin” der. (Bakara 104): “Ey iman edenler! “Râinâ” demeyin, “Unzurnâ” deyin ve dinleyin. Kâfirler için elem verici bir azap vardır”. Yani, devleti yönetenlere, beni bana rağmen dayattığın kurallara uymaya zorlama, beni gözet deyin” der.

Onlar din büyüklerini İlah ve Rab edindiler” diye bir ayet nazil olduğunda, Hatem ibni adiy, biz “Din büyüklerimizi İlah ve Rab edinmezdik” deyince Allah’ın resulü ona şöyle demişti: “Hani onlar size bir şey söylerlerdi de, siz o şey üzerinde düşünmeden, onların söyledikleri şekilde onların dediklerini kabul ya da red etmez mi idiniz, işte bu onları İlah ve Rab edinmek demektir.” Burada “onlar”, din, devlet adına ya da o her kim ise onların sözlerini mutlak delil kabul etmek, sözü söyleyeni İlah ve Rab edinmek (Hüküm koyucu ve terbiye edici) olarak kabul etmek demektir ki, bu ancak Allaha ve resulüne aid bir yetkidir. Bu konuda (Tevbe 31)’de şöyle denir: “Onlar, Allah’ı bırakıp hahamlarını, rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih’i rabler edindiler. Oysa onlara sadece tek ilah olan Allah’a kulluk etmeleri emredilmişti. Ondan başka ilah yoktur. Allah, onların ortak koştuklarından münezzehtir”.

Sizden olan ulul emre itaat” şartı, “sizden olan”ın, sizin kavminizden, mezhebinizden, partinizden olan biri değil, yetkisini bizden alan ve bize hesab veren, kişi ve toplum yararını esas alan, istişare ve şura, ehliyet ve liyakat konusuna sadık, kişilerin ferdi inanç ve tercihlerine mani olmayan meşru kurallarla ilgili itaat şartı vardır. Bu konuda bakınız: (Nisa 59): “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Peygamber’e itaat edin ve sizden olan ulul emre (idarecilere) de itaat edin. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz, Allah’a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah’a ve Peygamber’e götürün. Bu, daha hayırlı ve sonuç bakımından daha güzeldir”. Bir anlaşmazlık halin de nihai çözüm, konuyu Allaha ve resulüne götürmektir.

Yanı, itaat, kişi ya da toplulukların, mal, can, namus, akıl-inanç ve nesil emniyetine açık ve yakın bir tehdit oluşturan dayatmalarla ilgili değildir. Mesela Virginia eyalet anayasasının son maddesi: “Devlete sadakatim dinime sadakatimin teminatıdır” der. Yani devlete sadakata sınır koyar, o da ferdin kutsal ve hakikat bilincine aykırı bir dayatma olmaması kuralıdır. Böyle bir durum, Devletin, anayasa ve yasaların varlık ve meşruiyetine yönelik bir tartışmaya zemin hazırlar.

Allah kimseyi devletsiz bırakmasın, kimsenin devletini de milletinin başına musallat etmesin. Peygamberler tarihine bakarsanız, bir çok peygamber zalim devletler ve onların zalim krallarına / yöneticilerine karşı bir direniş ve savaş görürsünüz. Tek Parti dönemini, 28 Şubatı, Darbe rejimlerini hatırlayın. “Siyasi emellerini uluslararası sistemin siyasi emelleri, şahsi çıkarlarını finans kapitalin çıkarları ile tevhid etmiş iktidarların toplumların başına nasıl bir bela olduklarını” görürsünüz.

Tanrı krallar da geldi-gitti bu dünyadan. Firavun’lar, Belam’lar, Karun’lar, Şeddat’lar say say bitmez. Peki, bugünkü “Lider”lerden kim daha çok Firavun’a ya da Nemrud’a benziyor? Bugünkü zenginlerden kim Karun’a, bugünkü ilim sahibi olub da ilmini Şeytan’ın rızası yönünde kullananlar kimler. Ya da bu Şeytani özellikleri kısmen de olsa üzerinde taşıyanlar kimler hiç düşündünüz mü? Çevremizdeki “İns’in Şeytanlarına ve Cin’nin Şeytan’larına karşı dikkatli olalım. O kadar çoklar ki ve her yerdeler. O Şeytanlar, Hz. İbrahim’den de, Hz. Haacer’den de, Hz. İsmail’den de vazgeçmek istemediler, ama bu bu 3 aziz onları taşlayarak kendilerinden uzaklaştırdılar. Biz de Şeytan taşlamaya devam edelim, her fırsatta dediğimiz gibi, “Euzü billahimineşşeytanirraciym, bilmillahirrahmanirrahiym” diyerek! Sadece tarihi bir olayı hatırlamak değil, İbrahim misali “Put kırıcı” olmak, “Şeytan taşlayıcı” olmak gerek, Şeytan taşlarken “Şeytan taşlayan peygamberler”e selam ve salat ile. Burada önemli bir nokta, “ötekilerin şeytanı”nı değil, herkes önce kendine gelen şeytanı, kendi Şeytanını taşlamak zorundadır.

Sakın “Biad” gibi bir takım kavramların arkasına saklanıp birileri birilerinin akıl ve iradesi üzerinde belirleyici olmasın. “Biat” bir grub Müslümanın “farz-ı kifaye”ler konusunda, karşılığını yalnız Allah’tan (cc) bekleyerek, cenneti satın alacakları bir iş konusunda ahidleşmeleri anlamına gelir. Birilerinin birilerine itaati değil, kendi aralarında ahidleşen tüm tarafların ahidlerine sadık kalmaları ve anlaştıkları şekilde kurallara uymaları anlamını taşır.

Resulullah bu konuda ne dedi, Allah ona bu konuda ne emretti, buyurun: (Araf 188) De ki: “Ben kendim için bile Allah’ın dilediğinden başka bir fayda ve zarar verme gücüne sahip değilim. Eğer gaybı bilseydim, elbette çok hayır elde ederdim ve bana kötülük dokunmazdı. Ben sadece inanan bir topluluk için bir uyarıcı ve müjdeleyiciyim.”, (Fussilet 6) De ki: “Ben de ancak sizin gibi bir insanım. Bana, ilahınızın tek bir ilah olduğu vahiy olunuyor. Artık O’na yönelin ve O’ndan bağışlanma dileyin. Vay o müşriklerin haline!”, Evet, Göklerin ve yerin orduları Allah'ındır. Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir. (Fetih 14) “Göklerin ve yerin hükümranlığı Allah'ındır. O, dilediğini bağışlar, dilediğine ceza verir. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir”. (Enam 50) De ki: “Ben size, Allah’ın (cc) hazineleri benim yanımdadır, demiyorum. Ben gaybı da bilmem. Size, ben meleğim de demiyorum. Ben sadece bana vahyolunana uyarım.” De ki: “Hiç kör ile gören bir olur mu? Siz hiç düşünmez misiniz?” Peygamberlerde bile olmayan bir yetkiyi kimse kendi liderinde, şeyhinde, örgütünde vehmetmesin!

Peygamberler tarihi, bir yanı ile Peygamberlerin krallarla savaşının tarihidir. Size hayat tarzı dayatan, size dinlerinizin üzerinde uymanız gereken kurallar dayatan, sizi ve çocuklarınızın aklı ve algıları ile oynayarak onları kendilerince terbiye etmeye kalkan yöneticiler ve kanaat önderleri, dini önderler, ideolojik önderler, size İLAHLIK ve RABLİK taslamaktadırlar. Unutmayalım, bu İlahlık ve Rablik taslayanlara karşı “la ilahe” demeden dine giremezsiniz. Kelime-i Tevhid’in, ilk kısmıLa İlahe”, 2. Bölümü “İlallah”dır. “Muhammed-ür resulullah” ondan da sonra gelir. Kelime-i tevhidi, bu 3 bölümü bir bütün halinde anlamamız gerekir. İlk bölümü RED, Muhalefet, İtiraz ile başlar. Bizim genel anlayışımızda da “Def-i mazarrad, celb-i menafiden evladır”.

Devletin derin aklı, derin devlet aklı bizde İttihat terakki döneminde “Halaskar zabitan” tarafından uyduruldu. Onlara göre “siyaset baldırı çıplaklara bırakılamayacak kadar ciddi bir iş” işi. Onlar bu işi anlamazdı. Siyaset ilmi, aynı zamanda Diplomasiyi de bilmek gerektirirdi. Onun için de istihbarat gerekirdi. Cumhuriyetin ilk döneminde zaten açık oy gizli tasnifle oluşturulan bir meclis vardı. TEK ADAM’ın sofrasında alınan kararlar orada yasalaştırılırdı. Bizim yerli ve milli derin devletimiz, özel harp, Kontrgerilla, Gayri nizami harp başlıklar altında ABD tarafından örgütlendi. Darbe rejimleri “rayından çıkan demokrasiyi rayına oturtmak için” değil, uluslararası sistemin dayattığı ve çerçevesini çizdiği alanın dışına çıkanları yola getirmek için örgütlenirdi. Kemalist maskeli bu Laikçi “Vatanseverler”(!?) aslında siyasi emellerini uluslararası sistemin emelleri ile, şahsi menfaatlerini onların menfaatleri ile tevhid etmiş işbirlikçilerden başkası değildi.. Onlardı sağ-sol kavgasını çıkartanlar. Onlardı hem F.G’yi, hem de BÇG’yi örgütleyenler. Onlar dı aynı ülkenin çocuklarının kanları ve gözyaşları üzerinden kendilerine iktidar ve servet üretenler. MGK, JİTEM, Faili Meçhuller hepsi onların cirit attıkları alanlardı. İstihbarat raporları, operasyon timleri, derin analizler, Stratejik eylem planları, ilim ve politika kurullar aslında bu işin makyaj kısmında yer alır. Genel olarak minareyi çalacak olan kılıfını hazırlamıştır.

Bunlar halka, oyların duymak istediklerini söylerler, yapacaklarını kendilerine ve dostlarına saklarlar. Sakın bu yalanlara inanmayın. Hakkı gizleyen ve halkı aldatanlardan olmayın, onları alkışlamayalım, aklımızı onlara kiraya vermeyelim. Selam ve dua ile.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Abdurrahman DİLİPAK Arşivi