Zaman Akıp Gider Durulmadan
Zaman su gibi akıp geçiyor... Geçen gün Ocak ayı için aylık kültür programı hazırlıyordum. Aklıma davet etmek için bazı isimler geldi. Sonradan hatırladım, en son geçen yıl Ocak’ta o isimlerle çalışmışım. Şaşırdım kaldım! Yanılıyor muyum diye, bir kez daha baktım notlarıma. Yanılmıyormuşum. Bir yıl geçmiş. Ama sanki her şey birkaç ay önce olmuş gibi hissettim.
Ne kadar enteresan. Necip Fazıl’ın şiirinde söylediği gibi: “Çocukken haftalar bana asırdı; Derken saat oldu, derken saniye...” Tastamam böyle bir zamana geldim. Mevsimimiz geçiyor galiba. Necip Fazıl’ın “Saat” dediği bölümde olduğumu zannediyorum. “Saniyede” nasıl hissedeceğimi tahmin bile edemiyorum.
Daha güzel bir söz geldi aklıma. Şöyle bir şeydi: “Gençlik gençlerin elinde heba oldu gitti.” Ne kadar doğru. Gençliğin kötü yanı, sonsuza kadar süreceğinin zannedilmesi…Yeryüzündehiçbir şey sonsuza kadar sürmüyor maalesef. Bu bilinmeyince o benzersiz imkân, yani gençlik farkına varılmadan yitiriliyor. Sonsuzluk taleplerimizin bu dünyada karşılığının olmadığını idrak etmek ve taleplerimizi öte dünyaya ertelemek en doğrusu.
****
Ahmet Hamdi Tanpınar “Ne içindeyim zamanın, Ne de büsbütün dışında” demişti. 2024 biterken, tam da zamanın içinde, onun mahpusu olduğumuzu hissediyorum. Ne durdurabiliyoruz, ne tesir edebiliyoruz; onun hükmü karşısında yalnız boyun eğiyor ve karşı koyamadan çürüyoruz. Ne demişti Orhan Gencebay: “Zaman akıp gider durulmadan/ Ne sual ne cevap bulunmadan/ Biz onun içinde yitip kahroluruz/ Bize yaşamak yok yorulmadan. ” KütüphanelerKitap alma alışkanlığımı büyük ölçüde terk ettim. Bunun yerine, çevremdeki belediye kütüphanelerinden her ay ödünç kitap alıyorum.Hem kitaba gereksiz yere para vermiyorum, hem de onu istifleme derdinden kurtuluyorum. Kurum kütüphaneleri ağzına kadar kitap dolu. Fakat kütüphanelerde ciddi bir insan trafiği var. Oturup biraz okuyayım derseniz, yer bulmak çok zor. Tüm kütüphaneler gençlerle dolu. Gençlerse kütüphaneleri sadece sınavlara hazırlanmak için kullanıyorlar. Kitaplarla bir işleri yok anlayacağınız. Bazı belediyeler, kütüphaneleri sadece gençlere tahsis etmiş durumda. Gittiğinizde almıyorlar. Bu bana yanlış geliyor. Kurumların gençlerin gönlünü almak istemelerini anlıyorum ama gençlere ders çalışmaları için kütüphane yerine başka yerler tahsis edilemez mi? O güzelim binalar, o konforlu mekânlar, okunmayı bekleyen o cilt cilt kitaplar, raflarda tozlanıyor inanın. Çünkü gelen genç, soru bankalarını çözüyor. Son zamanlarda artan kütüphane sayısı güzel ama bu sorunu da çözmek lazım. Kazancakis Yine öyle bir kütüphaneden çok sevdiğim yazar Nikos Kazancakis’in “Kardeş Kavgası”nı aldım geçen hafta. Kazancakis’i çok beğenirim. Kendisi biraz da hemşerimiz olur. Yunanistan Girit doğumludur. Girit’i resmen kaybedişimiz şunun şurasında 1909’dur. Kazancakis son yüzyılın en büyük yazarlarından biridir bence. “Zorba, Günaha Son Çağrı, Allah’ın Garibi, El Grecoya Mektuplar” unutulmaz kitaplardır. Onu okuduğumda denizin kokusuyla, meyve ağaçlarıyla bezeli bahçelerin huzuruyla, yaz sıcağında sararmış toprağın tozlu dokusuyla sarmalanırım. Bana göre Kazancakis bütün hayatı boyunca, bütün eserlerinde inancın gerçekte ne olduğunu, insanın nasıl ve neye inandığını aramış durmuş bir yazardır. “Allah’ın Garibi” mesela ki; bana göre Kazancakis’in kendi macerasına çok benzer... Bu kitaptan daha güzel bir inanç yolculuğu yazılmış mıdır emin değilim! Ansızın içinde yaratıcının sesini duyan Assisili hovarda Francesco ve Leo’nun Tanrı’yı aramak için çıktıkları yolculuktur bu. Tabiattaki her şeyde Tanrı’dan bir işaret görerek sarhoş olurlar. Bedenin isteklerinden vazgeçmeden Tanrı’nın yolunda yürünemeyeceğini bilirler. Manevi sarhoşlukları akıllarını başlarından alır. Allah’ın Garibi’ni okuyan biri, Hristiyan teolojisi ile İslam tasavvufu arasındaki akrabalığı, benzer menkıbelerin arkasındaki bağlantı üzerine uzun uzun düşünme fırsatı bulacaktır. Tabii kütüphaneden sadece bu kitabı almadım. Benjamin Costant’ın Adolphe’sini de aldım. Kardeş Kavgası ile birlikte bunu da okudum. Ayrıca kendi kitaplığımdan Mustafa Sabri Efendi’nin Hilafet’in Esasları adlı kitabını da okudum. Hepsinden bahsetmek, uzun yazılardan hoşlanmayan bazı okurlarımızın sabrını sınayabilir. O yüzden onlardan da başka bir yazıda bahsederim. Pasaport Anladığım kadarıyla İstanbul'un bütün pasaport işlemleri İl Nüfus Müdürlüğü'nden yapılıyor. İl Nüfus Müdürlüğünün internet sitesinden pasaport için randevu alıyorsunuz ve randevu saatinizde orada oluyorsunuz. Farz-ı misal, randevunuzu iki buçuğa aldınız ve tam iki buçukta orada oluyorsunuz, fakat oradan bir görevli: "Şu an içeride saat bir randevuları işlemlerini yapıyorlar. O yüzden sıranız gelene kadar beklemeniz gerekiyor!" diyor. Koca İstanbul'da pasaport işlemleri neden sadece bir noktada yapılıyor, anlamıyorum. Vatandaş, kimliğini, ehliyetini pekâlâ kendi oturduğu ilçenin nüfus müdürlüğünden alabiliyorken, pasaport için neden İl Nüfus Müdürlüğü'ne gitmek zorunda? Yazık değil mi, insanlar randevularına zamanında geldikleri halde saatlerce sırada bekliyorlar. Zamanında orada olduğunuz halde bir saat öncesinin randevuları bitmemişse, randevu sisteminde bir hesaplama hatası yaşanıyor demektir. Böyle bir hesap hatası da bütün İstanbul’u kilitler.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.