Oppenheimer mı “Ateş Böceklerinin Mezarı” mı?
Christopher Nolan’ın yeni filmi Oppenheimer vizyona girdi. Gerçi, vizyona girdiğini sağır sultan bile duydu, zira inanılmaz bir tanıtım yapıldı!
Youtuberlar, köşe yazarları, sosyal medya fenomenleri ve televizyon ile internet reklamlarını içine alan akıl almaz bir tanıtım çılgınlığı yaşadık. Nereyi açsak karşımıza filme ilişkin bir haber çıktı. İçimiz dışımız Oppenheimer oldu!
****
Christopher Nolan’ın sinema yapma tarzını ve filmlerini beğenirim. Son kuşak yönetmenler içerisindeki kendine has üslubu ve sözü olan en yetenekli yönetmenlerden biri. Fakat ideolojik boyutu, sanatçı duruşu, ahlaki tavrının zayıf olduğunu düşünüyorum.
Eğer Oppenheimer filmi, Batı adına dilenmiş bir özür içermiyorsa benim için sinemasal kalitesinin bir önemi yok.
Yeni Zelenda’da iki cami basıp 50 küsur Müslümanı öldüren bir adamın filmi yapılsaydı nasıl olurdu?
Böyle bir filme nasıl yaklaşırdık?
Ya da bir Japon olsaydık, dedelerimizden onbinlercesini buharlaştırarak yok etmiş bir bombanın mucidi ile ilgili filmin böyle ballandıra balandıra övülmesi, en hafifinden, bizi rahatsız etmez miydi?
Oppenheimer denilen adam bir atom bombası tasarlarken bunun insanlığın saadetine yarayacak bir buluş olduğunu düşünmüyordu herhalde! Bombanın kitlesel bir yıkıma yol açacağını bal gibi de biliyordu.
Bizim medyanın söylediği gibi yönetmen böyle bir konuda “tarafsız” davrandıysa bile, bu konunun “tarafsız” davranılacak bir konu olmadığı açık! Aksine, sanatçı insanlık onuru adına her zaman taraftır ve bunu ifade etmek için sanat yapar zaten.
Rus yönetmen Elem Klimov’un Gel ve Gör filmini izlediğinizde sarsılırsınız, gördükleriniz karşısında tüyleriniz diken diken olur ve şok, siz filmi bitirdiğinizde de devam eder. Filmden sonra biri size milliyetçilikten, Hitler’den bahsettiğinde hafakan basar...
Cennetin Krallığı’nın sonunda yönetmen Ricdley Scott, Selahaddin-i Eyyübi karakterine boşalmış sarayın içinde yere düşmüş bir haç’ı kaldırtarak, inançlar konusunda Müslümanların ne kadar saygılı olduğunu zarifçe belirtip kendi kültürünü eleştirir.
Oppenheimer’ı yere göğü sığdıramayanlar İsaoTakahata imzalı “Ateş Böceklerinin Mezarı” filmini izlemeliler. Film medeni (!) dünyanın lideri Amerika’nın Japonya’da 1945 yılında nasıl bir yıkıma yol açtığını iki küçük kardeş üzerinden anlatıyor.
Anneleri bombardımanda ölen kardeşlerin annesizlikle, açlıkla iç içe geçen trajik hikayeleri insanın içine işliyor. Filmi izleyenlerin çoğu için Ateş Böceklerinin Mezarı bir demir leblebi gibidir. Yutmakta güçlük çekersiniz. Medeni dünya denilen dünyanın gerçekte ne anlama geldiğini, açlıktan ölen çocukların cesetlerine bakarak daha derinden idrak edersiniz...
Oppenheimer’ın gönüllü propaganda memurluğunu yapıyor gibi her mecrada ondan övgüyle bahsetmek bu açıdan utanç verici. Uygar dünyanın gerçek yüzünü görmek isteyenler, Ateş Böceklerinin Mezarı’nı izlemeliler.
Hepimize İbret Olacak BirHikâye
Sinop'un Boyabat ilçesinde yaşayan 68 yaşındaki Ahmet Yalçın hepimize ders olacak alışkanlıklara sahip çok güzel bir insan.
Yalçın tam 20 yıldır gönüllü olarak ilçenin ormanlık alanlarındaki çöpleri topluyor. Her gün sabah namazının ardından ormana gelip çöpleri topladığını belirten Yalçın, "Ben orman sevdalısıyım, ormana gelince temizlemeden huzur bulamıyorum. Temizleyince huzurlu yatıyorum." diyor.
Ahmet amca “Ormanın hazine” olduğunu düşünüyor. Maddi durumu zayıf Ahmet amcanın, şayet imkânı olsa işçi tutup çöpleri toplatacağını söylüyor. Bu işleri hayır için yapıyor. Devletten de hiçbir şey beklemiyor.
Bu bakış açısı hakikaten çok etkileyici. Ahmet amca gibi bakış açısına sahip Anadolu’da çok kimse var. Bu kişiler bizden farklı bir şekilde bakıyorlar olaylara.
Bizler ya da Ahmet amca gibi olmayanlar diyelim; çevreyi, yani günlük hayatın döndüğü kamusal alanı içgüdülerimize göre davranabileceğimiz, bize ait olmayan bir alan olarak görüyoruz. Bize göre kamusal alan her türlü kontrolsüzlüğümüzü, cinnetimizi, hoyratlığımızı, ahlaksızlığımızı boşaltabileceğimiz bir alan!
Onlarsa çevreyi, yani kamusal alanı kendi evleri gibi görüyorlar. Kendi evlerini nasıl koruyup kolluyorlarsa kamusal alanı da öyle kolluyorlar. Titizlik ve özenle kamusal alanın korunması gerektiğini düşünen irade insani, islami ve dolayısıyla medeni bir iradedir. Kamusal alanı “kirletmekte” beis görmeyen anlayış ise insanlık dışı, barbarca bir anlayıştır.
Geçen gün Kadıköy otobüsünde bağıra bağıra şarkı söyleyip kucak dansı yapan kızlı erkekli grup insanlıktan, medenilikten nasibi olmayan terbiyesiz bir güruhtur. Parklarda, toplu taşımada bağıra bağıra konuşanlar; yerlere çöp atanlar; trafikte kurallara uymayanlar, toplum içinde çıplak dolaşarak insanları tahrike soyunanlar, diğer insanlara saygı duymayanlar, aynı insanlıktan uzak güruhun temsilcileridir.
Türkiye’de eğitimli kesimin topluma karşı işlenen ahlaki suçlar karşısında- güya- bireysel özgürlükleri savunmak amacıyla toplum karşıtı tavır takınmaları toplumun kirlenmesine neden oluyor.
Sadece eğitimli kesimler de değil, halk olarak da topluma verilen zararı evimize verilen zarar gibi görmüyoruz. Sanki kamusal alan bizim değil! Sanki o kamusal alanı biz kullanmıyoruz! Kamusal alana “düşman” bölgesi, tabiri caizse darulharp muamelesi yapınca kamusal alan önüne gelenin “çöpünü” döktüğü bir yer haline geliyor. Kamusal alana dökülen “çöpü” oturma odamızın ortasına dökülen çöp gibi görmedikçe temiz bir toplum kuramayacağız. Kamusal alanı kirleten biri salonumuzu kirletmiş biri gibidir.
Ahmet amca gibilerin bu konudaki tutumları net. Onlar cemiyetin, aynı evlerimiz gibi temiz tutulması gerektiğini düşünüyor ve bu düşünceye göre yaşıyorlar. Peki biz nasıl düşünüyor ve yaşıyoruz?
Ya insanlara, çocuklara, çevrenize; ormana/ cemiyete “çöp” atılmaması gerektiğini öğreteceksiniz ya da atılan “çöplerin” temizlenmesi gerektiğini öğreteceksiniz...
Biz de ikisi de öğretilmiyor.
Bu yüzden her yeri pislik götürüyor.
Bu nedenle toplumu şunun bunun seviyesine değil, Ahmet amcanın seviyesine çıkarmak lazım.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.